Sınıf kavramı üretim ilişkileri içinde anlamını bulan ve bu ilişkiler içinde yeniden üretilen bir varoluşu ifade eder. İlk çağrıştırdığı büyük muğlaklığa karşın her gün, her an son derece ayrıştırıcı, çıplak etki ve sonuçlarıyla görünürleşir ve sarsıcı olur. Sınıf içinde ve onun parçası olan birey ona bir aidiyet duygusu hissetmese bile ezildiğinin, yok olduğunun farkındadır ve sınıfsal kimliği ona her an farklı biçimlerde kendini hatırlatır.
Sınıf aslında kapitalist sistemi anlamak ve açıklamak ve gerçekliğini kavramak için en önemli ve kapsamlı kavram olarak işlev görür ve bir dizi kavram setinin merkezinde yer alır. Aslında sınıf vurgusu yaptınız da bir kavram haritası içinde kendinizi buluyorsunuz. Dünyaya başka yerden bakan, dünyayı sadece anlamaya çalışan değil aynı zamanda bu dünyanın nasıl işlediğini ve nasıl değiştirilebileceğine yönelik bakışın önü açılır.
Sınıf antagonist çelişkiyi koşullar. Uzlaşmazlık ilişkinin bütününe hakimdir ve ilişkiyi belirleyendir. Sınıflar yalnızca varlık koşulları değil, çıkarları ve hedefleri açısından da başka bir izahla öznel boyutları itibariyle de uzlaşmaz topluluklar olarak biçimlenir/şekillenir.
Soyutlama ve gerçeklik
Fakat sınıf elle tutulan, gözle görülen bir şey değildir. Özünde bir soyutlamadır. Fakat bu soyutlama varolan dünyanın analizi, insanlar arasındaki ilişkilerin biçimlenişi ve biçimleniş saikleri hakkında bize bir anlamda veri setleri, anlam alanları oluşturur. Sınıf elle tutulan bir şey olmamasına karşın bir gerçekliktir ve bir ilişkiselliği ifade eder. Ve aynı zamanda bir nesneliği tanımlar. Sınıf insanlar arasındaki ilişki temelinde ortaya çıkan bir gerçekliktir.
Marx sermayeyi tanımlarken bir nesne değil bir ilişki, bir toplumsal ilişki olduğunu söyler ve bu ilişkinin nesnelere/şeylere bağlı olduğunun altını çizer. Sermaye Marx tarafından ölü emek, geçmiş emek, birikmiş emek, nesneleşmiş emek gibi bir kaç biçimde tanımlanır. Aslında bütün bu tanımlamalar bir ilişkiyi ya da daha iyi bir ifadeyle üretim ilişkisini işaretler.
Akıl yürütme ve soyutlama felsefenin ortaya çıkmasında maya işlevi görür. Düşünce tarihi bir anlamda soyut düşüncenin, soyutlamanın tarihidir. İnsanın soyutlama yeteneği toplumsal anlam üretme ve ürettiği bu anlam üzerine düşünmeyi sağlar. Kavramla gerçekleşen bu süreç düşünmeyi, görünür boyuttan soyut düzeye ulaşmayı beraberinde getirir. İnsanın insanlaşma sürecinde bir tarihsel sıçramayı işaretler. İnsan nasıl insan oldu? Sorusuna en iyi cevaplardan biri budur. Soyut düşünebilme yeteneği insana aşikar olandan görünmez (olana) soyut kavramlara ulaşma olanağı sağlar. Ya da soyut kavramlar düşünme eyleminin temel belirleyenleri olarak işlev görür.
Soyutlama, soyut düşünebilme yeni bir evren ve mana dünyasının önünü açar. Soyutlama görünür düzeyden kavramsal düzeye, soyut düzeye geçme şansı verir. Bu nokta önemlidir çünkü düşünce kavramlarla yapılan bir edimdir. Sözcüklerle ancak konuşulur. Bu kavramsal düzey ilişkisiz gibi görünen şeyler arasında bağlantı kurabilme, şeyleri bir bağlam içinde birleştirme, kategorize etme, iç bağlamlarını çözme, görme ve organize etme olanakları sunar. Bu özelliklerle bütünleşen çıkarsamalar, akıl yürütmeler, farklı sofistikasyonlar olandan, ilk algılanandan farklı olarak yeni gerçekler ya da farklı nitelikler taşıyan gerçeklikler, kurgular yaratabilme zeminlerinin önünü açar. Ayrıca gerçekliği anlama ve değiştirme şansını yaratır.
Soyutlama faaliyeti özellikle kapitalist sistemde karmaşıklaşmış gerçekliği, gerçeklik kaybını ya da şeyler arasında gizlenen, örtülen, ilk bakışta anlaşılmayan ilişki ve yönleri gösterir veya kavratır. Sınıf kavramı da böylesi bir soyutlamanın ve zihinsel uğraşın ifadesidir. Bir anlamda sınıf zihinsel bir soyutlama, bir kurgu gerçektir. Fakat bu kurgu gerçek, gerçek yaşamın derinlemesine incelenmesi, hatta arkeolojisinin yapılması sonucunda ortaya çıkar.
Marx’ın yöntemi: Soyuttan somuta
Marx sınıf gerçekliği ve sınıf mücadelesi üzerine ilk incelemeleri burjuva tarihçilerin yaptığını vurgular. Marx bu çabalardan kendini sınıfın varlığını bir tarihsel bağlam içinde ele almasıyla ayırır. Ek olarak sınıf mücadelesinin proletarya diktatörlüğünü koşulladığını ve proletarya diktatörlüğünün sınıfsız topluma geçiş olduğunu söyler. Marx’ın bu vurguları aslında izlediği yönteme ilişkin verilere de bir göndermedir.
Marx kendi yöntemini soyuttan somuta gitmek olarak açıklar. Başta Kapital olmak üzere ekonomi politik analizlerinde bu yöntemi izleyerek kapitalizmin işleyiş/ yıkılış yasalarını ve ruhunu analiz eder. İzlediği eleştirel yöntem ve muazzam sofistikasyon yeteneğiyle kompleks ve katmanlı bir toplumsal formasyonu çözmeyi ve onu yıkmayı hedefler. Kapitalin politik okunması zaten anti kapitalist bir kopuşun ‘hikayesini’ anlatır. Özellikle Grundrisse ve Kapital ciltleri proletaryanın tarihsel rolüne ilişkin olağanüstü çalışmalardır. Ve bu rolü güçlendiren bir içeriğe sahiptirler. Marx, Kapital çalışmasıyla proletaryayı entelektüel bir silahla donandırmayı hedeflemiştir.
Marx’ın izlediği yöntemi kısaca açmak gerekirse soyuta ulaşmak için somut gerçeklikten hareket edilir. Somut gerçeklik ise düşüncede , yani soyutta oluşur. Sonuçta yöntem; somuttan soyuta ve soyuttan somutadır. Yani içsel ve birbirini besleyen bir diyalektik süreçtir.
Sınıf kavramı Marksizm açısından ayrıştırıcı bir kavramdır ve kavramın kendisi sınıf mücadelesi anlamında da kritik bir mahiyet taşır. Benzer vurguyu sınıf bilinci içinde söyleyebiliriz. Sınıf ve sınıf bilinci ilişkisi diyalektik bir bağlamı, karmaşık bir ilişki düzeyini ve eşitsiz gelişimi anlatır. Kapitalist toplumda kapitalizmin işleyişi, ruhu, kendini yeniden üretme mekanizmaları burjuvazi için dolayımsız bir şekilde sınıf bilincinin edinimini koşullar. Feodalizmin ideolojik hegemonyasını Rönasans, Reform ve Aydınlanma hareketi ve onun parçası olan Ansiklopedistlerle kıran burjuvazi, tanrıyı gökyüzüne gönderirken kendi ‘dini’ olan ekonomi politiği yeryüzünün tanrısı yapar. Proletarya için bunun anlamı emeğin emek gücüne dönüşme sürecidir. Kendi yıkımıdır. Yabancılaşma teorisiyle bu konuyu açımlayan Marx, katmanlı analizler yapar. Marx’ın ilk yazılarında özellikle 1844 El Yazmaları’nda ele aldığı bu konu Alman İdeolojisi’nde felsefi ve sosyolojik düzeyde işlenmeye devam eder ve daha sonra Kapital’de meta fetişizmi nosyonuyla ekonomi politik eksende derinleştilirip, geliştirilir. Yabancılaşma öz olarak emeğin konsantre ve çok boyutlu nesneleşme sürecini anlatır. Yabancılaşma proletaryanın kapitalist üretim ilişkilerinde bilincini daraltan, körelten ve karakterini aşındıran sonuçlar yarattığı gibi sermayeyi özne olarak görmesine kendini ise nesne olarak algılamasına yol açar.
Bu noktada Marksist literatürde sınıf ve sınıf bilinci tartışmaları, önemli ve belirleyici içerikteki tartışmalardır.
Marx: Sınıfın sosyal ve politik varoluşu ve bilinç
Marx’ın bütün çalışmalarını proletaryanın tarihsel rolünü oynaması ve bir egemen sınıf olarak örgütlenmesi üzerine katmanlı felsefi, politik , teorik külliyat olarak ele alabiliriz. Kapitalist sistemi yıkma esaslı teorik- pratik bir faaliyeti içeren Marksizm, aslında sınıfların, sınırların ve her biçimdeki sömürü, iktidar ve tahakküm ilişkisinin ortadan kaldırılmasını hedefler. Marksizm daha özlü bir ifadeyle proletaryanın tarihsel rolünü yerine getirmesiyle sınıfların ortadan kaldırılmasının sistematiğidir. Bu noktada proletarya diktatörlüğü Marx’ın da ifade ettiği gibi ayrıştırıcı bir içerik taşır.
Proletaryanın politik oluşumu ya da sınıfın politik bilincinin inşası stratejik rol oynar. Marx dinamik bir toplum çözümlemesi yaparak, kapitalist toplumun bütün düzeylerini, başta devlet olmak üzere bütün kurum ve ilişkilerini analiz eder hatta sistemin gündelik hayatın işleyişindeki yansımalarını ortaya koyar. Bir manada toplumsal bir tarih tezi inşa eder. Marx, Fransız (mekanik) materyalizmden etkilenen ve akıl ve adalet gibi soyut ilkelerle bir toplumsal tasavvur geliştiren Ütopist sosyalistlerle arasında net bir ayrım çizerek praksis ve tarih bilimi arasındaki diyalektikle hareket edip teorisini inşa eder.
Marx, proletaryayı ekonomik, sosyolojik ve politik düzeyler üzerinden tanımlar. Ekonomik boyut sınıfın üretim sürecindeki nesnel varlığıyla ilgili düzeyi ifade eder. Ve sınıfın bu konumunu kendinde sınıf olarak kavramlaştırır. Sosyolojik düzey belirli bir sınıfın üyeleri arasında gelişkin ilişki biçimlerini anlatan düzeydir. Kendiliğinden oluşmuş dayanışma ilişkilerinden, beraber zevk ve eğlenme biçimleri ve geleneksel ve dini ritüelleri kapsayan ve benzeri sosyal ilişki ve halleri içermektedir. Politik düzey ise kendinde sınıfın kendisi için sınıfa dönüşmesini içeren bir düzeyi ifade eder. Politik düzey proletaryanın kendi sınıfsal çıkarları ve hedeflerinin farkında olması ve bunları gerçekleştirmek için kolektif davranabilmesi ve kolektif bir politik faaliyetin içinde olmasını anlatır.
Burada altı çizilmesi gereken nokta politik düzey yada sınıfın politik varoluşu, inşa olan, “oluşan” bir şeydir. Sınıfın devrimcileşmesini ifade eder ve bütünlükçü sınıf bilincinin gelişmesiyle paralel şekillenir. Marx’ın başka bir alem yaratma yeteneğine sahip olduğu dediği sınıf ya da devrimci özne politik varoluşunu gerçekleştiren proletaryadan başkası değildir. Tabiki bu düzey sınıf savaşları ve eylemin içinde inşa olur. Marx ,Alman İdeolojisi’nde toplumdaki egemen fikirlerin egemen sınıfın fikirleri olduğunu söyler. Bu hegemonyanın kırılması ancak sınıfın politik varlığının oluşmasıyla olanaklıdır. Ancak bu noktada proletarya mevcut sistemden bir bütün olarak kopuşunun gerekliliğinin bilincine varır ve bunun pratik ve politik adımlarını atar. Ancak bu aşamada proletaryanın kendi elleriyle yeni ve bambaşka bir dünya/hayat kurabilme kudreti ortaya çıkar. Kolektif aksiyon yeteneği ve yıkma kudreti kendini dışavurur.
Lenin: Yıkıcı ve öncü parti, bütünlükçü bilinç
Marx’ın alt çizdiği sınıfın politik varoluşunun stratejik önemini, çok erken dönemde kavrayan Lenin, yine Marx’ın yöntemini izleyerek sınıfın karşı hegemonya kurması için son derece yaşamsal iki nokta üzerinde (teorik olarak) yoğunlaşır: Birincisi devrimci partinin inşası; ikincisi sınıfın politik bilincinin “oluşması”… Bu iki olgu Rusya ‘da devrimci pratiğin seyrini etkileyecek, Bolşevizm diye tanımlanan devrimci Marksist akımın doğuşunu ve karakterini belirleyecek ve bu akımın sınıfla kurduğu ontolojik ilişkiyi izah edecektir.
Gramsci bu durumu devrimci parti üzerinden mükemmel bir şekilde izah eder: “Lenin’in stratejisinin ve siyasal Marksizmin özünü; kolektif eylemin örgütlü ifadesi olarak devrimci parti oluşturur” der.
Marx egemen ideoloji üzerine söylediği tanımlamayı ilerleterek kapitalistlerin sadece maddi üretim araçlarına değil, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarına da sahip olduğunu vurgular. Bu nedenle işçi sınıfının bir kolektif hafızaya, ona entelektüel ve örgütsel donanım sağlayacak, tarihsel deneyimlerinden öğrenen, bu deneyimleri genelleştirerek sınıfı savaşçı bir sınıf haline getiren, potansiyel olarak varolan yıkıcı enerjisini harekete geçiren devrimci bir partiye ihtiyacı vardır. Bu parti aynı zamanda işçi sınıfına öncülük etmelidir.
Devrimci öncü/parti sınıflar mücadelesinden ve işçi sınıfından yani sınıfın deneyimlerinden öğrenir ve sınıfa bu birikimi aktarır. Devrimci parti liderliğini sınıf savaşımının içinde sürekli yeniden kazanarak elde eder. Sınıf içinde kökleriyle varolur ve mana kazanır. Sınıftan öğrenmenin kıstası burasıdır. Sınıf kendi mücadele deneyimleriyle partiye öğretir. Parti de sınıftan öğrenmeyi esas alır. Bunları gerçekleştirememesi yapının bir sekte dönüşmesini kaçınılmaz kılar. Lenin’in Bolşevik, öncü partisinin temel özelliklerini böyle ifade edebiliriz. Bu parti proletaryanın yıkıcı gücünü açığa çıkaran, subleks bir karakter gösteren, yani sınıflar mücadelesinin her momentine uygun hareket eden, esnek ama çelik iradeye sahip, savaşçı bir partidir.
Dışardan bilinç tartışması ise Lenin devrimci partiye bakışıyla anlaşılabilecek bir kavramlaştırmadır. Ve Marx’ın sınıfın politik varlığının oluşması tartışmasının aktüel bir izahıdır. Lenin, dönemdeki legal Marksizmin ve ekonomizmin hegemonyasını kırmak ve sınıfı sosyal bir anafora dönüştürmek için salt kendiliğenciliğe net bir tutum alır. Ne Yapmalı? Bu tutumun ve devrimci parti anlayışının teorik izahıdır. Ama kitap asıl olarak Lenin’in devrimin güncelliğini aramasını ifade eden teorik bir metindir. Çalışmada Lenin, sınıfın ekonomik mücadeleyle sınırlı bilincinin, sınıfın kendinde sınıf özelliğine tekabül ettiğini, sınıfın sermaye ve kapitalist devlete karşı bütünlükçü bir bilinç sahibi olması gerektiğini vurgular. Bu yıkma esaslı bilincinde kolektif eylemin örgütlü ifadesi olarak devrimci parti aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini ifade eder (1905 Devrimi ve devrimin gerçekleşme biçimiyle bu yaklaşımını yumşatır, Ne Yapmalı?’da ekonomizme karşı çubuğu çok büktüğünü ve işçi sınıfının içgüdüsel olarak sosyal demokrat olduğunu ifade edecektir). Bu yön iki sonuç yaratır: Birincisi Bolşevik Parti bir profesyonel devrimciler örgütüdür, ikincisi eşitsiz gelişim yasası sınıfın bilincine de yansır, Bolşevik parti bir işçi kitle partisi değil, sınıfın öncü ve ileri kesimlerini örgütlemeyi hedefleyen ihtilalci bir örgüttür. Bu iki yön her şart altında mücadelenin sürekliliği sağlamak ve ritmini yakalamak açısından yaşamsaldır. Aynı zamanda devrimin mayalanması için stratejik önem taşımıştır ve devrimci durumlarda partinin kitleselleşmesinin volan kayışları olarak işlev görecektir. Tabi ki burada Bolşevik Partiyi monolitik bir yapı görmek ve Lenin’i tek irade olarak anlamak son derece yanlış bir yorumdur. Bolşevik Parti tarihi tartışma zenginliğiyle dikkat çeker ve içinde taşıdığı eğilimlerle hatta fraksiyonlarla her kritik momente ciddi gelgitler yaşamıştır. Parti içi tartışmalarda genellikle Lenin’in düşünceleri ikinci plana itilmiş, önder kadrolarla fikir ayrılığı ön plana çıkmıştır. Onun dışında ara kadrolar ve hatta fabrikalarda hücreler ve işçi önderleri kritik parti kararlarının alınmasında ve önderliğin denetlenmesinde önemli roller oynamıştır.
Bir başka izahla sınıf bilinçli ya da politik bilinçli işçi militanlarını, proletaryanın dev dalgasının öncüleri, dalganın yükselen eşiği olarak görebiliriz. Onları, dingin zamanlar dahil sınıfının/denizin içinde varolan ve farklı etkenlerle (dip akıntılarının ve rüzgarların denizin yüzeyindeki enerjiyle birleşerek bir itki oluşturmasıyla) dalganın ortaya çıkmasıyla onun en yüksek yeri ve en ileri atılan kesimi olarak hareket edip, dalgayı yönlendiren, şiddetini artıran sınıfın öncüleri olarak kabul edebiliriz.
Toparlarsak Bolşevizmin iradesi sınıfın kolektif aksiyon yeteneğini açığa çıkarmasından geliyordu. Ve tarihin akışını değiştirecekti. Ekim Devrim iki iradenin rezonansıyla gerçekleşti: Biri Sovyetlerin diğeri Bolşeviklerin. Biri olmasaydı , diğeri tek başına yetersiz ve işlevsiz kalacaktı. Bu iki iradenin rezonansı sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkararak gökyüzünün fethini, Ekim Devrimi’ni yarattı.
Lukacs: Şeyleşme ve sınıf bilinci
Lukacs Marx öncesi felsefi/idealist akımlar üzerine yoğunlaşan, bir manada akıllı metafizikle ciddi tartışmalar yürüten ve kendi felsefi sistematiğini bu zenginlikle derinleştiren Marksist bir filozof ve devrimcidir. Lukacs’ın 1919 Macar Komünü’nde aktif rol oynadığı genellikle unutulan bir yönüdür. Lukacs, Marksist olarak Hegel’in sistemine ve bu sistemi kurarken uyguladığı diyalektik yönteme ve yöntemin ayrıntılarına vakıf bir filozofdur. Hegelyen argümantasyon ve üçlemeleri kullanmaktan kaçınmayan Lukacs, bu yönü ve yaklaşımlarıyla genellikle Hegelci Marksist olarak anılır. Lukacs’ın katmanlı felsefi alt yapısının anlaşılmadığını gösteren bu tutumda aynı zamanda yaşadığı dönemde SBKP’nin ideolojik yönelimleri, dogmatizmi ve politik tutum alışların son derece belirleyici rolü vardır. Hatta dönemin kesif havası entelektüel alana yıkıcı yansımıştır, bazı konjonktürlerde Lukacs tezlerini geri çekmiş, idealizm etkilenmeleri üzerine özeleştiri vermiştir. Özellikle Lenin’i felsefi olarak analiz eden ve Lenin ile Marx arasında devrimci rezonansı devrimin güncelliği üzerinden kuran Lukacs, aynı zamanda yabancılaşma teorisi ve sınıfın tarihsel rolünü gerçekleştirmesinde sınıf bilincinin stratejik niteliği üzerine düşünen nadir Marksist düşünürlerden biridir.
Yabancılaşma teorisi ve özellikle bu teorinin başka bir izahı olarak meta fetişizmi Lukacs’ın spesifik olarak yoğunlaştığı konudur. Bana göre en önemli eseri Tarih ve Sınıf Bilinci’dir, ikincisi ise Lenin’in Düşüncesi adlı çalışmasıdır. Lukacs , devrim kavramıyla güncellik/aktüalite arasında diyalektiğe vurgu yapar ve Lenin’in düşüncesiyle devrimin güncelliği arasında bağ kurar. Aynı çalışmada devrimci öznenin yaşamsallığı ve Lenin üzerine felsefi yorumlarda bulunur. Bu yön Batı entelijansiya ve akademisinin Lukacs’a mesafeli yaklaşmasını beraberinde getirmiştir. Diğer taraftan zengin felsefi analizleri dönemin Stalin ve SBKP’de simgelenen otoriteleri tarafından da hoş karşılanmamıştır.
Lukacs geliştirdiği Şeyleşme- Özneleşme teorisiyle de dikkat çeker. Lukacs emeğin yabancılaşma sürecini aynı zamanda bir nesneleşme süreci olarak ele alır. Bir manada yabancılaşma nesneleşmeyle özdeştir. Kapital I’de, Marx’ın son derece katmanlı ve detaylı ele aldığı meta fetişizmi emeğin yabancılaşmasının bir tezahürüdür. İnsani ilişkilerin yerini şeylerin geçmesini ifade eder. İnsanın kendi yarattığı emeğin ürününe yabancılaşması, o ürünün kapitalist ilişkiler sonucu, piyasada karşısına fetiş yada tahakküm kuran bir nesne/şey olarak çıkması demektir.
Lukacs meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramından hareket ederek farklı kavramlaştırmalara varır. Marx’ta yabancılaşma biçimlerinden biri olan insanın insana yabancılaşması ya da yabancılaşmanın insan ilişkilerine yansımasını tanımlamak için şeyleşme kavramını kullanır. Fetişizm kavramına ise özel bir mana vererek insanların metalarla, şeylerle kurduğu ilişkileri tanımlamak ve analiz etmek için devreye sokar.
Kapitalizm genelleşmiş meta üretimidir ve her şeyi metalaştırarak kendini yeniden üreten bir sistemdir . Kapitalizm ontolojisini emeğin emek gücüne dönüşmesi ya da metalaştırılması üzerinden kurar. Aynı süreç emeğin yabancılaşma süreci olarak yaşanır. Lukacs’ın şeyleşme üzerinden tanımladığı bu süreç yine Lukacs’a göre öznel ve nesnel şeyleşme /yabancılaşma üzerinden şekillenir. Emeğin emek gücü olması ve piyasada meta üretim döngüsünün parçası haline gelmesini başka bir ifadeyle kapitalist piyasanın yasalarını nesnel anlamda şeyleşme olarak tanımlayan Lukacs, öte yandan işçinin kendi yarattığı üründen kopmasına ve o ürüne yabancılaşmasına ise öznel anlamda şeyleşme olarak tanımlar. Aslında Lukacs yabancılaşmanın arkeolojisini yaparak yeni kavramlaştırmalarla bu olgunun sınıf açısından çok boyutlu yıkıcı sonuçlarını göstermeye çalışır.
Lukacs Marx’ın özne tanımlaması üzerinde yoğunlaşır. Lukacs’a göre kapitalist formasyon ya da kapitalizmin ontolojisi yıkıcı bir özne ortaya çıkarmış ve bu özne bu ontolojiyi yani nesnel dünyayı kendi bilinçli eylemiyle yıkacak bir güç olarak şekillenmiştir. Proletarya kendi kurtuluşuyla insanlığın kurtuluşunu kendinde birleştiren bir devrimci öznedir. Hegelyen bir ifadeyle bir anlamda proletarya insanlığın kendi suretini gördüğü ‘yüce tin’dir.
Hegel, tini tarihin hareketinin öznesi olarak görür ya da tin tarihi kendini oluşturma olarak biçimlendirir. Lukacs Hegel’i özne nesne arasında birlik ve ilişkiyi kurmasını ve bunu tarihsel bütünlük içinde yorumlamasını takdirle karşılar ve bu tutumun düşünce tarihinde bir ilk olduğunu belirtir. Öte yandan Hegel’i tarihin maddi güçler tarafından yapıldığını görmemesinden ve mistik yorumlar yapmasından dolayı eleştirilir ve bu noktanın Hegel’in temel yanlışlığı olduğunu belirtir.
Bu parantezden sonra şu vurgulanabilir, şeyleşmenin en yıkıcı etkisi toplumsal bilinçte ya da insan düşüncesinde yarattığı etki olduğunu belirten Lukacs, bir nevi bilinçte bölünme ve parçalanmaya yaşandığını söyler. Proletaryanın sınıf bilincinin aşındığını, bütünsel bakışı yitirdiğini ve bir anlamda teori ve pratik bağını kuramadığı ifade eder. Kısaca işçi sınıfının bilinci kapitalist toplumda nesneleşmenin dolaysız etkisi altında parçalanır, bir sınıf olarak atomize olur, kendini yitirir.
Bu durumdan ancak proletarya tarih ve bilginin hem öznesi, hem de nesnesi olarak kendini kurtarabilir. Devrimci özne olarak proletarya kendisini bir tarihin ürünü olarak algılamalı, tarihi ve tarihin hareketini kendi eylemi olarak görmelidir. Bu çözümleme aslında Hegel’in öznenin hem tarihin yapıcısı, hem de tarih tarafından yapılan şey olması vurgusuyla paralel bir yaklaşımdır. Fakat Hegel’deki mistik/spekülatif özne (yani Tin), Lukacs’ta toplumsal maddi güçle ifade edilir yani proletaryayla. Lukacs’ın bu çabası aslında özne nesne ikiliğini aşma gayretidir. Lukacs tarihi devindiren ve değiştiren toplumsal maddi güce vurguyla Hegel’in tinsel diyalektiğinin, materyalist temelde aşılmış olduğunu belirtir.
Tarih ve Sınıf Bilinci’nde Marx’ın devrim sürecini praksis olarak ele almasını, indirgeme olarak değerlendiren ve eleştiren Lukacs, sonraki çalışmaların da praksis felsefesi inşa etmeye uğraşacak ve mekanik materyalizmle arasına mesafe koymaya çalışacaktır. Lukacs son olarak Marksist diyalektiğin bütünlük eksenli kurulduğunu ve sınıfa bütünlüğün bakış açısını kazandırdığını vurgulayacaktır.
Kısaca Lukacs Hegel’den aldığı bütünlük düşüncesiyle ya da toplumsal ilişkileri çözümleyen bütünsel bir bakışla, sınıf bilinci ve proletaryanın kurtuluşu arasında bağ kurar. Ancak bu bağ kurularak şeyleşmenin aşılmasının yani kapitalizmden kopuşun mümkün olacağını ileri sürer.